28 Nisan 2016 Perşembe

SİYASET NEDİR (VE NE DEĞİLDİR?) SAYIN ENVER TURGUT VE GERÇEKLER, (Karozan) İsmail KARA

SİYASET NEDİR?
                                                      ---İsmail KARA---
            Dün bir yazı okudum.
 13.ve 14.dönem milletvekili Sayın Enver Turgut yazmış.
            Turgut bu yazısında siyaseti anlatıyor ve özetliyor;
             “Siyaset, kesinlikle bir meslek, meşrep, esnaflık, çıkar veya menfaat sağlama aracı değil, sadece, ülke vatandaşları tarafından; Demokrasinin gereği olarak: “Şerefli-saygın, onurlu-soylu, dürüst ve bilge insanlara verilen, belirli süreli, kamu yararına halkı idare ve idame etme” görevinden ibarettir.
            Turgut’un bu görüşüne saygı duyuyor ve aynen katılıyorum.
            Türkiye’yi idare etmede görev alanların toplaştığı yerin bile büyük bir adı var; TBMM “Türkiye Büyük Millet Meclisi…” 
            O halde, burada yer alanların da gerçekten onurlu, dürüst, saygın ve bilge kişiler olması gerekir.
            Düşünün ve irdeleyin bakalım, 550 milletvekilinin kaçı bu vasıfları taşıyor?
            Bir kere, Devlete memur alırken dahi yüksek tahsil şartı aranıyor ama memurları idare edecek kişilerde (yani milletvekilleri için) böyle bir şart aranmıyor.
            Öte yandan daha önce suç işlemiş ve mahkûm olmuş kişilere de TBMM’ne girme izni veriliyor. İş bununla da kalmıyor, aynı durumdaki kişiler; bakan, başbakan, cumhurbaşkanı olabiliyor.
            Şimdi soruyorum; “Onurlu, dürüst, saygın, saygın, bilge kişilik” vasıfları nerede?
            Üstelik kişi seçilip de TBMM çatısı altına girmişse; çelikten bir zırhla korunuyor adeta… Buna “Dokunulmazlık”  diyoruz. Milletin aslına dokun ama vekiline dokunma!..
            Keşke iş bununla kalsa, nerede?
            Her türlü imkândan yararlanıyorlar; yüksek maaş, iki yıl sonrasında çok yüksek maaşla emeklilik, en lüks hastanelerde muayene ve tedavi, en ucuz yemek, etrafında pervane gibi dönen ve yüksek maaşla çalışan diğer görevliler, iletişim ve ulaşımdaki olanaklar vb…
            Özetle, yoğurdun kaymağı onlara ait…
            Bazı milletvekilleri de Türkiye’nin yüce menfaatlerini savunmak için değil de, ülke aleyhine faaliyetlerde bulunmak için seçilmişler.
            Bunlara sağlanan menfaatler, düşündükçe canımı acıtıyor.
            TBMM, ne bu gibilerin, ne de geçmişi karanlık kişilerin saklanma yeridir.
            Aksine durumlar, siyaset ve demokrasi çarkındaki olumsuzlukların istenmeyen, beklenmeyen görüntüleridir.
            Ve… bu olumsuzluklar ülkenin selâmeti için yok edilmelidir.  
            İşte, Sayın Enver Turgut’u; Bize (insanlığa ve millete) yol gösteren, ışık tutan ve geleceği aydınlatan özgün makalesinden dolayı kutluyor ve bu alandaki çabalarını azimle sürdürmesini “millete rağmen milletvekilliği” komedisine son verilmesi için, elinden geleni esirgememesini istiyor ve bekliyoruz.  

9 Nisan 2016 Cumartesi

"SİYASET FAZİLETTİR DEVLET YALAN’LA-TALANLA YÜRÜMEZ" - Enver TURGUT 13. ve 14. Dönem Milletvekili

SİYASET FAZİLETTİR
DEVLET YALAN’LA-TALANLA YÜRÜMEZ
Enver TURGUT
13. Dönem İzmir ve 14. Dönem Kayseri Milletvekili
13 ve 14. Dönem Kayseri ve İzmir Milletvekili
ENVER TURGUT
Öteden beri halkımızın “Halka hizmet, Hak’a hizmettir” deyimiyle anladığı, açıkladığı ve algıladığı siyaset, diğer anlamda ‘insanlara hizmet’ sanatı, her halükârda kamu yararına çalışma bağlamında bir dürüstlük, adalet ve fazilet faaliyetidir. Siyaset, kesinlikle bir meslek, meşrep, esnaflık, çıkar veya menfaat sağlama aracı değil, sadece, ülke vatandaşları tarafından; Demokrasinin gereği olarak: “Şerefli-saygın, onurlu-soylu, dürüst ve bilge insanlara verilen, belirli süreli, kamu yararına halkı idare ve idame etme” görevinden ibarettir.
İşte bu ilkelere sadakat ve samimiyetle bağlılık; İşçi sendikaları işyeri temsilciliğinden başlayıp, parlamentoya kadar uzanan; ‘Millete adanmış hayat çizgimde’ en vazgeçilmez ilkem olmuştur. Öncelikle, bu süreçte temsil ettiğim, işçi - köylü, esnaf, memur-emekli, dar ve sabit gelirli vatandaşlarımız başta olmak üzere; Halkımıza adaletle, faziletle, eşitlik ve hakkaniyet çerçevesinde hizmet etmek, vazgeçilmez ilkem, sarsılmaz inancım ve amacımdır.
TBMM’de milleti temsil görevi yaptığım dönem içinde, örneğin Çalışma Komisyonu  Başkanlığı görevim sırasında, diğer birçok ‘daimi’ ve icabında geçici komisyonlarda çalışarak, sosyal içerikli birtakım kanunların çıkarılmasında öncülük ettim. Benimle beraber bahse konu komisyonlarda müşterek çalıştığım, iktidar üyesi veya muhalefete mensup (eski) parlâmenter arkadaşlarım bunu çok iyi bilirler.
Yine herkes bilir ki: Başta siyaset sahası olmak üzere, özel hayatımda bile şahsiyetli, haysiyetli, ilkeli, onurlu ve sorumlu yaşama tarzından asla sapmadım. Bu prensiplerimden bir zerre olsun şaşmadım, taviz vermedim. En önemlisi de: Asla yalana tevessül ve tenezzül etmedim. Yalan söylemedim. Yalana, talana, yolsuzluk ve suiistimale eğilim göstermedim. Ayrıca, siyasette yalan, hırs, ihtiras ve tamahın hiç kimseye, hiç bir şey kazandırmadığını; Aksine bu menfurluk yüzünden, başta devlet / hükümet ve aziz millet olmak üzere, çok büyük değer, servet ve hayati kayıplarının yaşandığını gördüm.
Peki!.. Neden, durup dururken bu konuyu dile getirdim!
Cevap: Bütün parlâmenterlerin yapması gerektiği gibi: “Durumdan vazife çıkardım.”
Çünkü özellikle dönem itibarıyla bu ülkedeki seçkin cemiyette veya (sözde) milletin oyu ile seçilen parlâmenterler, ya da bakan, yüksek bürokrat gibi yönetici kesimler düzeyinde bu ilkelere itaat ve riayet edilmediği bilinmektedir. Oysa bulundukları mevkie gelen her kim olursa olsun; Makamın hakkına, onur-erdem ve milletin kutsal emanetine gölge düşürmemesi gerekir. Bakan olsun, başbakan olsun kendilerine verilen oyla seçimi kazanmışsa kendilerine verilen rey ne olursa olsun o makama gelenler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdırlar. Vekiller ve memurlar, makam ve mevkii sahipleri emanete hıyanet etmemeye; Herkese hak, adalet, vukuf ve hukukla muamele etmeye, daima eşit mesafede kalmaya, inadına dürüst olmaya ve dürüst kalmaya mecburdurlar.
Millet memuru ve milletvekillerinin hükmü, nihayetinde bir “Vekil Avukat” kadardır.
Bu durum ve konum: Vekil sıfatıyla Asil’in emir, istek, adalet ve hukuka itaati zorunlu kılar. Vekillerin taraf veya bitaraf (tarafsız) gibi beyanlar kullanması abestir, ülkeye ve millete zarar verir. Zira millet memuru ile vekillerinin, istisnasız tamamının görevi: Milletin koyduğu kaidelere, Anayasa, kanun, kurum ve nizamlara itaattir. Şu kadar ki: Sadece ve ancak milletin tamamına eşit-adil hak getiren kanun ve kurallarda “yine milletin rızası/muvafakati dâhilinde” düzenleme yapılabilir.
Fakat ne yazık ki günümüzde bu esaslara aykırı icraat yapanları üzüntüyle izliyor, haksızlıklara maruz kalan, mağdur-müşteki ve bazen perişan hale düşen halkımızın, devleti yönetenlerden muzdarip oldukları konuları anlatacak muhatap bulamadıkları için, sitem, istek ve şikâyetlerini biz eski parlamenterlere ilettiklerini görüyorum. Esas itibarıyla bu müracaat, şikâyet ve maruzatlarını dile getirmek istediklerinden, ben de şahsıma tevdi edilen vatandaş istekleri, emanet, nasihat ve tavsiyelerini, hülâsa kamu vicdanına ait talepleri bu vesileyle yerine getiriyorum. Daha doğrusu, bu müracaatları, şahsıma yüklenmiş vazife telâkki ederek, çare ve çözüm üretmeye çabalıyorum.
Ben, aslen güney bölgesi Diyarbakır doğumluyum. Kökenim itibarıyla ne ailem ve ne de bu bölgede yaşayan akraba-i taallûkatım ile halkın yüzde doksanı bölücülüğü ve bugünkü olayları asla onaylamıyor, kesinlikle tasdik ve tasvip etmiyoruz.
Şimdi, güncel siyasetin gölgesinde bu bölgedeki manzaralara bakalım.
Temel düşüncesi insan sevgisi olan vatandaşların refahı, huzur, esenlik ve mutluluğu için uğraşan biri olarak görmekteyim ki: Halkımız uzun yıllardır silahlı olan terörün baskısı altında ezilmektedir. Devletin görevlileri bu işe tedbir alma yerine, yaşanan elim olaylara dair yalan, yanlış düzenlenen “düzmece-uydurmaca” raporlara bakarak beyanat vermekte, gerçeği yansıtmayan raporlara göre verilen beyanatlar ise gerçeği yansıtmamaktadır. Akıl ve mantıkla olaylara ve bölgede olanlara baktığımızda; (Özellikle bu günlerde) Diyarbakır’ın merkezinde yer alan Sur İlçesinde, dışarıdan getirilen tonlarca silah, patlayıcı ve bomba şehrin merkezine depo ediliyor. İlgili, yetkili ve görevli valilik, emniyet ve jandarma bunları, bu güne kadar hiç görmedi mi? Buradaki büyük ihmal, insanlık düşmanlığı, ihanet ve hıyanetin sorumlusu kim? Devletin, daha doğrusu hükümetin gözü önünde işgal edilen, el konulan, gasp edilen ikamet mahalline, evlere yerleştirilen silahlarla karşılıklı vuruşuluyor. Anlaşılır gibi değil!..
Bu ihmalin hesabını kim verecek?
Hükümet olarak, vaktinde ve zamanında tedbir alınmadığı için bu kadar asker, polis ve güvenlik mensubu şehit oluyor. Bir bu kadar da masum, müsemma sivil katlediliyor. Burada ne kadar terörist var? Bunların ne kadarı etkisiz hale getirilmiştir? İlâve olarak Şırnak, Silopi, Hakkâri ve diğer yerlerde bulunan teröristlerin sayısını biliyor muyuz? Verilen rakam doğru ise o zaman kökü kazınmış olsa gerek!.. Ama anarşi, terör ve tedhiş devam ediyor. İşte bunun için de inandırıcı olamıyorlar.
Karşılarındaki vatandaş söylenenlere inanmıyor, yetkililer doğrusunu söylemiş olsalar o zaman evini, malını, mülkünü terk edip batı illerimize göç etmezdi.
İşte bütün bu ağır koşullar ve çekilen acılar bizim kaderimiz değildir.
Kaderimiz olmamalıdır. Bütün bu acıları imkânlar nispetinde yok etmek için önümüzdeki fırsatları iyi değerlendirerek sıkıntıdan kurtulma zamanı gelmiştir.
Ülkeyi yöneten görevlilere diyorum ki!

Bu güzel ülkeyi hep beraber koruyalım.

“13. Dönem İzmir ve 14. Dönem Kayseri Milletvekili Enver TURGUT’un; 13 Mart 2016 Pazar Günü Ankara’da Meydana Gelen Menfur Saldırı ve Dehşetli Patlama Üzerine Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti Kamuoyuna Yayınladığı Açık Mektup”

“13. Dönem İzmir ve 14. Dönem Kayseri Milletvekili Enver TURGUT’un; 13 Mart 2016 Pazar Günü Ankara’da Meydana Gelen Menfur Saldırı ve Dehşetli Patlama Üzerine Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti Kamuoyuna Yayınladığı Açık Mektup”
İki dönem (Kayseri ve İzmir) Milletvekili sıfatıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Aziz Türk Milletine, tam bir onur, erdem ve sorumlulukla hizmet etmiş bir vatandaş olarak; Günlük gazeteleri dikkatle okuyor, ajans ve haberleri özenle takip ediyorum. Son zamanlarda gördüğüm kadarıyla:, Bu güzel ülkede, yönetici kitle tarafından yapılan hata, ihmal, kusur ve suiistimalleri ‘hak, adalet, hukuk ve halk adına’ uzun soluklu bir mücadele konusu yaparak; Sadece “sosyal sorumluluk inancı, şuur ve bilinciyle” tüm olumsuzluklar, kronik sorunlar ve alternatif çözüm önerilerini “tam bir doğruluk, dürüstlük ve ulusal sorumlulukla” açıklayan Gazeteci, Araştırmacı, Şair-Yazar, Düşünce İnsanı, Aydın ve Kanaat Önderlerine minnettar ve müteşekkirim.
Dolayısıyla ve bilvesile: “Hak yolunda, millet hizmetinde; Adalet, hakikat, fazilet, birlik, barış ve beraberlik mücadelesi veren herkese içtenlikle teşekkür ediyor, başarılar diliyor ve başarılarının artarak devamını temenni ediyorum.”
Nisyan ile malûl, hafıza-i beşer!..
Ancak, bugünkü nesil geçmişimizi pek bilmediği için, yaşanan olaylar ile sebeplerine dair kanaat önderleri tarafından sürekli açıklanan, anlatılan ve yorumlanan analizleri pek fazla önemsemiyor. Hatta algılamıyor, anlamlı bulmuyor ve değerlendirmiyor bile! Zira onlar yakın geçmişimizde olup-biten hadiselerden habersiz. Maksatlı bir biçimde yönlendirilmiş, beyinleri yıkanmış ya da bir kültür baskısına maruz kalmış olabilirler.
Gerçek şu ki: Eskiden insanlarımız birbirlerine bu kadar zarar vermezdi. Ülkemizde barış, karşılıklı anlayış ve tolerans iklimi vardı. Bırakın şehirlerimizde dükkânını kapatmadan Camiye giden esnafı; Köylerimizde bile evlerin dış kapıları kilitlenmezdi, açıktı... Karşılıklı güven, itimat, saygı ve muhabbet çemberinde yürüyen hayat çerçevesinde, neredeyse bütün kapılar çalınmadan içeri girilebilirdi…
Bugün çelikten yapılmış kapılara dahi güven kalmadı.
Ülkemizde yaşayanların kulakları var duymuyor, gözleri var görmüyor, burunları koku almıyor. İnsanlar ağız ve dilleri olduğu halde, kendilerine reva görülen zulmü konuşmaktan çekiniyor. Toplumla birlikte düşünerek söyleyecekleri sözlerinden dolayı mahkemelerde sürünüp baskı altında yaşamaktan endişe ediyorlar.
Hâsılı 80 milyona yakın insanımız devletin başında oturan kişiden korkuyor.
Okuryazarlarımız bile sağ, sol, Kürt-Türk milleti olarak bölünmüş durumda. Üstüne üstlük, hükümet olan siyasi partiler de Türkiye’yi bölüyor. Sade vatandaş ne yapsın. Bu ülkenin insanlarını başta dış devletler olmak üzere içerdekiler de dış güçlere uyarak halkımızı bile bile birbirlerine düşman haline getirmiş bulunmaktadırlar.
Ben, TES-İş Sendikasının 10 yıl başkanlığını yapmış ve 1965 yılında İzmir, 1969 yılında Kayseri milletvekilliğinde bulunmuş bir kişiyim. Gerek çalışma hayatım ve gerekse politika hayatım boyunca insanların bir arada, kardeşçe yaşamalarına özen gösterdim, önem verdim. Bu uğurda, hiçbir ayrım yapmadan ve her hangi bir parti farkı gözetmeden yıllarca devlete ve millete hizmet ettim. Sonuçta, onurlu ve sorumlu bir vatandaş olarak, 1991 yılında başımdan geçen “ibretlik bir olayı” sizlere anlatmak ve değerli kamuoyu ile paylaşmak istiyorum.
Şöyle ki:
Biz aile olarak Demokrat Partiliyiz. 1991 genel seçiminde bana Milletvekilliği teklifi geldi. Ben de, önce memleketim Diyarbakır’a gidip, ortamı bir yoklayayım, ondan sonra “ya evet veya hayır” derim diye düşündüm. Bu amaç ve niyetle memlekete gittim. Önce, kendi köyümde durumu göreyim diye (doğduğum) köyün kahvesinde 100 -150 kişinin bulunduğu ortamda konuyu açtım. İki dönem İzmir ve Kayseri’den seçilerek Milletvekilliği yaptığımı anlattım ve “Bu sefer kendi ilimden teklif yapıldı, ben de, önce sizlerin görüşünü almadan bir karar vermek istemedim” dedim. Bu minval üzere bir saat kadar konuştum, açıklama ve önerilerde bulundum. Kimseden ses çıkmadı. Oysaki başka zamanlarda köye gittiğimde, bana gösterilen ilgi ve alâka muazzamdı. Şimdiki yaklaşım ve davranış biçimi ile mukayese ettiğimde çok şaşırdım ve hayal kırıklığına uğrdım.
Kahveden çıktık eve yöneldik. İki eniştem ve 8 genç yeğenimle eve vardığımızda onlara, bu ilgisizliğin nedenini sordum. “Toplantıda 21 pkk’lı vardı. Onların yarattığı baskı ve korku yüzünden kimse sesini çıkaramadı” dediler. Bir müddet sonra istirahat etmek için odama geçtim. Yaklaşık 1 saat sonra Amcamın oğlu Hüseyin misafirlerimiz geldi, diye beni uyandırdı. Sırtıma bir gömlek alarak salona çıktığımda, karşı sedirde 4 silahlı kişi ile karşılaştım. Doğrusu biraz irkildim, ama yapılacak bir şey yoktu. Kahvede beni dinlemişler. Salona girdiğimde saat: 01.00’di. Benden çok genç olmalarına rağmen yerlerinden bile kalkmadılar. Ben de karşı sedire oturdum. Usulen ‘hoş geldiniz’ dedim. “Bu saatte geldiğinize göre bana bir sorunuz varsa sorunuz” dediğimde: “Siz daha önce Kürtler için ne yaptınız ki şimdi aday oluyorsunuz? Ayrıca hangi partiden aday olmak istiyorsunuz bilmek istiyoruz. Eğer Erbakan’ın partisinden adaysanız, derhal buradan gidin! Değilseniz, o zaman konuşalım” dediler, ben de cevaben: “Bugüne kadar aday olmadım ki, size nasıl cevap vereyim, bugüne kadar kimi seçmiş iseniz bu soruyu onlara sorun” dedim.
Devamla: “Ben buralıyım. Daha önce İzmir ve Kayseri’den milletvekili oldum. Ancak şimdi, kendi memleketimden aday olabilmenin araştırmasını yapıyorum. Bu nedenle buradayım. “– Kürt hakları için ne düşünüyorsunuz?..” Cevap: “Burada, bu evde doğdum. İlkokula burada başladım sonra Ankara’ya gittim orada okuyarak ve çalışarak kendimi yetiştirdim. Sonra TES-İş Sendikası Genel Başkanı oldum. Derken, İzmir ve Kayseri milletvekili oldum. Oralarda kimse bana Diyarbakırlı bir Kürtsün demedi. Dahası, her hangi bir aykırı soru veya hitapla da karşılaşmadım. Ama ne yazık ki, şimdi kendi köyümde, doğduğum evde “Kürt haklarıyla ilgili soruya” muhatap oluyorum!..
Verilen cevap:
“ –Sen T.C. leşmişsin.”
-Evet ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Bundan dolayı da iftihar ediyor ve kendimle gurur duyuyorum. Şimdi ben de size sorsam, siz bu ülkede doğmuşsunuz, sizin nüfus cüzdanınızda T.C. olması gerekir. Eğer Nüfus cüzdanınız yoksa, bu takdirde bana hitap edemez ve benden hesap soramazsınız dediğimde başka konulardan soru sormaya başladılar. Konuşma, bu minval üzere yaklaşık 5 saat sürdü. Daha fazla zamanınızı almak istemiyorum. Bu zorlu karşılaşmadan sonra kendime soruyorum! Hangi akılla bu yola çıktım, bugün düşünüyor ve cevap veremiyorum.
Sabah olmuştu. Uyuyamadım. Köyün muhtarını çağırdım. Köyle ilgili bilgi vermesini istedim. Akşamki olaydan sonra bana verdiği bilgi şöyle: Geçen gün köye 5 cemse dolusu asker geldi. Bana, köyde 7 den 70’e kadar kim varsa çağır dediler. Bütün köylüleri çağırdım, köyün meydanı doldu. Yüzbaşı konuşmasında dün bu köye teröristler (PKK) gelmiş. Birinin evinde de yemek yemişler. Hanginizin evinde yemek yemişlerse söylesin. Kimseden ses çıkmayınca, bu sefer “kim ki evinde PKK’lıya kapısını açıp yemek yedirdi söylemiyorsa anasını, kızını …, ederim” dedi. Peki, köylüden ve senden bir ses çıkmadı mı? Efendim çıkmadı. Sadece ‘haklısınız’ dedik. Daha, daha dedim. Muhtar, “bu sefer de beni sıkıştırıp deşme beyim, çektiğim sıkıntı bende kalsın” dedi…
Köyden ayrılarak ilçeye, Kaymakamın makamına gittim. Orada hâkim, savcı, jandarma komutanı ve belediye başkanı ile bir araya geldik. “Maksadım sizi ziyaret etmekti, köylerle ilgili sıkıntılarınız ve bu vesileyle sizlerin bu ilçede şikâyetiniz var mı?” dedikten sonra, Jandarma komutanına hitaben; “Komutanım gece 12 den sonra evinizin kapısı çalınsa ne yaparsınız, kapıyı açar mısınız?”Açarım dedi, başınıza silahlı 4 kişi çıkarsa ne yaparsınız? Buyurun derim dedi. İşte dün gece benim başımdan böyle bir olay geçti. Tahminen 16 -22 yaşlarında 4 silahlı ile karşı karşıya geldim. 5 saat onlarla konuştum, beni tehdit ettiler, sizi dağda misafir ederiz dediler. Benim ölüm çıkar dedim. Orada kaymakam, hâkim, savcı ve belediye başkanı hayretler içinde beni dinledikten sonra, hemen şunu ilave etmek gereğini duydum. Bizler ne yapıyoruz, köydeki muhtarın söylediklerini anlattım ve dedim ki: “Gece PKK zulmü, gündüz güvenlik görevlilerinin baskısı ve yaptırımı karşısında, vatandaş kime yaransın?...”
Bu gördüklerim ve yaşadıklarımın tarihi 1991’dir.
O tarihlerde teröristlerin sayısı 3-5 bin kişi olarak tahmin ediliyordu. Bugün siz takdir ediniz, bunlara yandaş olmadığımız için 1994 tarihinde doğduğum 800 m2 kapalı ev alanında 85 baş küçük ve büyükbaş hayvan içinde olmak üzere diğerleri ile birlikte 11 ev ve bir değirmen yakıldı, kül oldu. Bu durumun bilgisi geldiğinde; Sayın Süleyman Demirel Başbakandı, Erdal İnönü Başbakan Yardımcısı idi. İkisine de telgrafla durumu bildirdim. Hiçbir netice elde edemedim. Bundan sonrasını siz takdir edersiniz. Bir misal olarak bizim köyde elektrik var, içme suyu evlerde akıyor, yolu asfalt, ipek böceği islim binası; Arazi sulama kanalları var. Şu anda hepsi kapalı, hiçbir tarla ekilmiyor. 360 haneli köyde 30 -40 hane kalmış durumda. Kalanlar da yaşlı olup, ömrünün son demlerini köylerinde tamamlamak isteyenlerdir...
Sadece bizim köyde yaşayanlardan 65 aile İzmir’e yerleşmiş. Bursa, İstanbul, Ankara, Adana, Mersin, Antalya ve Muğla illerinde bu rakama yakın insanlarımız kendilerine iş bulmuş veya iş kurmuş, evlerini almışlar, çocukları ilkokulda, lisede okuyor. Üniversitede olanlar da vardır. Bunların tamamı hayatlarından memnun… Bir kısım aileler de, Vanlısı, Batmanlısı, Siirtlisi ve Mardinlisi, Orta Anadolu’ya ve Ege’ye, kendi evleri, aile/akraba çevreleri ve memleketlerinden kaçarak gelmişler.
Bu insanlar eğer bölücü olsalar batıya doğru gelirler miydi?
Şimdi size söylemek istediğim bir düşüncemi ifade etmek, açıklamak istiyorum.
Bu ülkede barış içinde beraber yaşayanlar: Alevi-Sünni, İsevi-Musevi, Kürt, Laz, Arnavut, Boşnak, Çerkez, Türk, Arap, Ermeni, Yahudi, Rum, Elen ve buna benzer sözlerin kullanılış biçimleri, insanları rencide edecek tarzda olmamalı? İnsanlarımızı birleştirmekten çok, ayrıştırma amacı güden bu tür sözlerden milletçe kaçınmalı ve sakınmalıyız. Ülkemizde faklı “ana dil, din, inanç, mezhep ve lehçelerin varlığını” kültürel bir zenginlik olarak kabul etmeli ve bu vatandaşlarımıza karşı çok hassas ve saygılı davranılmalıdır.
İşte bu duygu ve düşüncelerimi, kendi yaşamımdan örnekler vererek size iletmek ve aracılığınızla kamuoyunu bilgilendirmek istedim.
Değerlendirilme şeklini, bütünüyle sizlerin takdirine bırakıyorum.
Selâm ve saygılarımla.,
Enver TURGUT
           Ankara: 17 Mart 2016


TES-İŞ Sendikası Genel Başkanı
13. ve 14 Dönem Kayseri ve İzmir Milletvekili
Demokratlar Kulübü Başkan Vekili
SEN-DER, Sendikacılar Derneği Başkanı
İletişim,  GSM: 0 532 367 23 77
İletişim, e.Mail: enverturgut06@gmail.com

ENVER TURGUT, 14 Mart 2016 Tarihli "ANKARA KATLİAMI" Nedeniyle Yayınlanan "TAZİYE MESAJI"

EY BÜYÜK TÜRKİYE’M

En son, Başkent Ankara’da 13 Mart 2016 Pazar günü vuku bulan elim saldırı sonucu 35 vatandaşımızı daha kaybettik. 
Aslında bu, kökü dışarıda olan, amansız Türkiye Cumhuriyeti düşmanı ihanet şebekeleri tarafından alçakça, hunharca ve haince gerçekleştirilen 4. saldırıdır;
Son olmasını temenni ettiğimiz bu saldırı; Milletimizin sabrını taşırmış, tahammül gücünü tüketmiş, toplumda infiale yol açmış ve büyük üzüntü yaratmıştır.
Bu vesileyle; Başta Hükümet olmak üzere, bütün yetkili, görevli ve sorumlulara deriz ki: 
“Yılanın başı ezileceğine, kuyruğu kesiliyor. Böyle devam etmesi halinde bu iş: “sen de evlât acısı, ben de kuyruk acısı” meselesine döner ve ıstıraplar artarak devam edebilir…
Ey Milletim;
Bu yangını kim söndürecek?
Elbette yangını söndürmesi gereken biri var. Bu da: Şu an için devletin başı olan Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan’dır. Fakat o’da yangını söndürmüyor. Ya da söndüremiyor ya da söndürtmüyor!.. Buradaki hakikatin millet tarafından mutlaka bilinmesi lâzımdır.
Bilinmezse eğer “millet yavaş yavaş buna da alışır” siyaseti izleniyor veya böyle bir algı yaratılmaya çalışılıyor demektir….
Aksi takdirde: Bizi yönetenler, gözyaşımız kuruyuncaya kadar;
Nefesimiz kesilinceye kadar seyirci kalacaklar…
Allah bizlere akıl verinceye kadar bekleyeceğiz.
Bu vesileyle, saldırıda hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allahtan rahmet, geride kalanlara sabırlar ve başsağlığı diliyorum.

SEN-DER
Sendikacılar Derneği Başkanı
12. ve 13. Dönem İzmir ve Kayseri Milletvekili
Enver TURGUT

İletişim & GSM: 0 532 367 23 77 

ENVER TURGUT, Demokratlar Kulübü Başkan Vekili, Emekli İzmir ve Kayseri Milletvekili - Türk Milleti ve Değerli Kamuoyuna AÇIK MEKTUP...

“13. Dönem İzmir ve 14. Dönem Kayseri Milletvekili ENVER TURGUT’un; Gazeteci, Araştırmacı-Yazar UĞUR DÜNDAR’a; Türk Milleti ve Değerli Kamuoyuna Duyurulması için yazdığı Açık Mektup”

Sayın Uğur DÜNDAR Kardeşim,
Arena Programınızı ve Sözcü Gazetesinde yayınlanan yazılarınızı dikkatle okuyor, özenle takip ve gayretinizi takdir ediyorum. Bu güzel ülkede, yöneticiler tarafından yapılan hata, ihmal, kusurları ve suiistimalleri “hak, adalet, hukuk ve halk adına” verdiğiniz uzun soluklu mücadele sürecinde açıklıyor, yorumluyor ve bu sayede beni ve benim gibi bütün vatandaşlarımızı uyarıyor, aydınlatıyor ve bilinçlendiriyorsunuz.
Size içtenlikle teşekkür eder, başarılarınızın devamını dilerim.
Ancak, bugünkü nesil geçmişimizi pek bilmediği için, yaşanan olaylar ile sebeplerine dair kanaat önderleri tarafından sürekli açıklanan, anlatılan ve yorumlanan analizleri pek fazla önemsemiyor. Hatta algılamıyor, anlamlı bulmuyor ve değerlendirmiyor bile! Zira onlar yakın geçmişimizde olup-biten hadiselerden habersiz. Maksatlı bir biçimde yönlendirilmiş, beyinleri yıkanmış ya da bir kültür baskısına maruz kalmış olabilirler.
Gerçek şu ki: Eskiden insanlarımız birbirlerine bu kadar zarar vermezdi. Ülkemizde barış, karşılıklı anlayış ve tolerans iklimi vardı. Bırakın şehirlerimizde dükkânını kapatmadan Camiye giden esnafı; Köylerimizde bile evlerin dış kapıları kilitlenmezdi, açıktı... Karşılıklı güven, itimat, saygı ve muhabbet çemberinde yürüyen hayat çerçevesinde, neredeyse bütün kapılar çalınmadan içeri girilebilirdi…
Bugün çelikten yapılmış kapılara dahi güven kalmadı...
Ülkemizde yaşayanların kulakları var duymuyor, gözleri var görmüyor, burunları koku almıyor. İnsanlar ağız ve dilleri olduğu halde, kendilerine reva görülen zulmü konuşmaktan çekiniyor. Toplumla birlikte düşünerek söyleyecekleri sözlerinden dolayı mahkemelerde sürünüp baskı altında yaşamaktan endişe ediyorlar.
Hâsılı 80 milyona yakın insanımız devletin başında oturan kişiden korkuyor.
Okuryazarlarımız bile sağ, sol, Kürt-Türk milleti olarak bölünmüş durumda. Üstüne üstlük, hükümet olan siyasi partiler de Türkiye’yi bölüyor. Sade vatandaş ne yapsın. Bu ülkenin insanlarını başta dış devletler olmak üzere içerdekiler de dış güçlere uyarak halkımızı bile bile birbirlerine düşman haline getirmiş bulunmaktadırlar.
Ben, TES-İş Sendikasının 10 yıl başkanlığını yapmış ve 1965 yılında İzmir, 1969 yılında Kayseri milletvekilliğinde bulunmuş bir kişiyim. Gerek çalışma hayatım ve gerekse politika hayatım boyunca insanların bir arada, kardeşçe yaşamalarına özen gösterdim, önem verdim. Bu uğurda, hiçbir ayrım yapmadan ve her hangi bir parti farkı gözetmeden yıllarca devlete ve millete hizmet ettim. Sonuçta, onurlu ve sorumlu bir vatandaş olarak, 1991 yılında başımdan geçen “ibretlik bir olayı” sizlere anlatmak ve değerli kamuoyu ile paylaşmak istiyorum.
Şöyle ki: 
Biz aile olarak Demokrat Partiliyiz. 
1991 genel seçiminde bana Milletvekilliği teklifi geldi. Ben de, önce memleketim Diyarbakır’a gidip, ortamı bir yoklayayım, ondan sonra “ya evet veya hayır” derim diye düşündüm. Bu amaç ve niyetle memlekete gittim. Önce, kendi köyümde durumu göreyim diye (doğduğum) köyün kahvesinde 100 -150 kişinin bulunduğu ortamda konuyu açtım. İki dönem İzmir ve Kayseri’den seçilerek Milletvekilliği yaptığımı anlattım ve “Bu sefer kendi ilimden teklif yapıldı, ben de, önce sizlerin görüşünü almadan bir karar vermek istemedim” dedim. Bu minval üzere bir saat kadar konuştum, açıklama ve önerilerde bulundum. Kimseden ses çıkmadı. Oysaki başka zamanlarda köye gittiğimde, bana gösterilen ilgi ve alâka muazzamdı. Şimdiki yaklaşım ve davranış biçimi ile mukayese ettiğimde çok şaşırdım ve hayal kırıklığına uğrdım.
Kahveden çıktık eve yöneldik. İki eniştem ve 8 genç yeğenimle eve vardığımızda onlara, bu ilgisizliğin nedenini sordum. “Toplantıda 21 pkk’lı vardı. Onların yarattığı baskı ve korku yüzünden kimse sesini çıkaramadı” dediler. Bir müddet sonra istirahat etmek için odama geçtim. Yaklaşık 1 saat sonra Amcamın oğlu Hüseyin misafirlerimiz geldi, diye beni uyandırdı. Sırtıma bir gömlek alarak salona çıktığımda, karşı sedirde 4 silahlı kişi ile karşılaştım. Doğrusu biraz irkildim, ama yapılacak bir şey yoktu. Kahvede beni dinlemişler. Salona girdiğimde saat: 01.00’di. Benden çok genç olmalarına rağmen yerlerinden bile kalkmadılar. Ben de karşı sedire oturdum. Usulen ‘hoş geldiniz’ dedim. “Bu saatte geldiğinize göre bana bir sorunuz varsa sorunuz” dediğimde: “Siz daha önce Kürtler için ne yaptınız ki şimdi aday oluyorsunuz? Ayrıca hangi partiden aday olmak istiyorsunuz bilmek istiyoruz. Eğer Erbakan’ın partisinden adaysanız, derhal buradan gidin! Değilseniz, o zaman konuşalım” dediler, ben de cevaben: “Bugüne kadar aday olmadım ki, size nasıl cevap vereyim, bugüne kadar kimi seçmiş iseniz bu soruyu onlara sorun” dedim.
Devamla: “Ben buralıyım. Daha önce İzmir ve Kayseri’den milletvekili oldum. Ancak şimdi, kendi memleketimden aday olabilmenin araştırmasını yapıyorum. Bu nedenle buradayım. “– Kürt hakları için ne düşünüyorsunuz?..” Cevap: “Burada, bu evde doğdum. İlkokula burada başladım sonra Ankara’ya gittim orada okuyarak ve çalışarak kendimi yetiştirdim. Sonra TES-İş Sendikası Genel Başkanı oldum. Derken, İzmir ve Kayseri milletvekili oldum. Oralarda kimse bana Diyarbakırlı bir Kürtsün demedi. Dahası, her hangi bir aykırı soru veya hitapla da karşılaşmadım. Ama ne yazık ki, şimdi kendi köyümde, doğduğum evde “Kürt haklarıyla ilgili soruya” muhatap oluyorum!..
Verilen cevap: “ –Sen T.C. leşmişsin.” 
-Evet ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Bundan dolayı da iftihar ediyor ve kendimle gurur duyuyorum. Şimdi ben de size sorsam, siz bu ülkede doğmuşsunuz, sizin nüfus cüzdanınızda T.C. olması gerekir. Eğer Nüfus cüzdanınız yoksa, bu takdirde bana hitap edemez ve benden hesap soramazsınız dediğimde başka konulardan soru sormaya başladılar. Konuşma, bu minval üzere yaklaşık 5 saat sürdü. Daha fazla zamanınızı almak istemiyorum. Bu zorlu karşılaşmadan sonra kendime soruyorum! Hangi akılla bu yola çıktım, bugün düşünüyor ve cevap veremiyorum.
Sabah olmuştu. Uyuyamadım. Köyün muhtarını çağırdım. Köyle ilgili bilgi vermesini istedim. Akşamki olaydan sonra bana verdiği bilgi şöyle: Geçen gün köye 5 cemse dolusu asker geldi. Bana, köyde 7 den 70’e kadar kim varsa çağır dediler. Bütün köylüleri çağırdım, köyün meydanı doldu. Yüzbaşı konuşmasında dün bu köye teröristler (PKK) gelmiş. Birinin evinde de yemek yemişler. Hanginizin evinde yemek yemişlerse söylesin. Kimseden ses çıkmayınca, bu sefer “kim ki evinde PKK’lıya kapısını açıp yemek yedirdi söylemiyorsa anasını, kızını …, ederim” dedi. Peki, köylüden ve senden bir ses çıkmadı mı? Efendim çıkmadı. Sadece ‘haklısınız’ dedik. Daha, daha dedim. Muhtar, “bu sefer de beni sıkıştırıp deşme beyim, çektiğim sıkıntı bende kalsın” dedi…
Köyden ayrılarak ilçeye, Kaymakamın makamına gittim. Orada hâkim, savcı, jandarma komutanı ve belediye başkanı ile bir araya geldik. “Maksadım sizi ziyaret etmekti, köylerle ilgili sıkıntılarınız ve bu vesileyle sizlerin bu ilçede şikâyetiniz var mı?” dedikten sonra, Jandarma komutanına hitaben; “Komutanım gece 12 den sonra evinizin kapısı çalınsa ne yaparsınız, kapıyı açar mısınız?”Açarım dedi, başınıza silahlı 4 kişi çıkarsa ne yaparsınız? Buyurun derim dedi. İşte dün gece benim başımdan böyle bir olay geçti. Tahminen 16 -22 yaşlarında 4 silahlı ile karşı karşıya geldim. 5 saat onlarla konuştum, beni tehdit ettiler, sizi dağda misafir ederiz dediler. Benim ölüm çıkar dedim. Orada kaymakam, hâkim, savcı ve belediye başkanı hayretler içinde beni dinledikten sonra, hemen şunu ilave etmek gereğini duydum. Bizler ne yapıyoruz, köydeki muhtarın söylediklerini anlattım ve dedim ki: “Gece PKK zulmü, gündüz güvenlik görevlilerinin baskısı ve yaptırımı karşısında, vatandaş kime yaransın?...”
Bu gördüklerim ve yaşadıklarımın tarihi 1991’dir. 
O tarihlerde teröristlerin sayısı 3-5 bin kişi olarak tahmin ediliyordu. Bugün siz takdir ediniz, bunlara yandaş olmadığımız için 1994 tarihinde doğduğum 800 m2 kapalı ev alanında 85 baş küçük ve büyükbaş hayvan içinde olmak üzere diğerleri ile birlikte 11 ev ve bir değirmen yakıldı, kül oldu. Bu durumun bilgisi geldiğinde; Sayın Süleyman Demirel Başbakandı, Erdal İnönü Başbakan Yardımcısı idi. İkisine de telgrafla durumu bildirdim. Hiçbir netice elde edemedim. Bundan sonrasını siz takdir edersiniz. Bir misal olarak bizim köyde elektrik var, içme suyu evlerde akıyor, yolu asfalt, ipek böceği islim binası; Arazi sulama kanalları var. Şu anda hepsi kapalı, hiçbir tarla ekilmiyor. 360 haneli köyde 30 -40 hane kalmış durumda. Kalanlar da yaşlı olup, ömrünün son demlerini köylerinde tamamlamak isteyenlerdir...
Sadece bizim köyde yaşayanlardan 65 aile İzmir’e yerleşmiş. Bursa, İstanbul, Ankara, Adana, Mersin, Antalya ve Muğla illerinde bu rakama yakın insanlarımız kendilerine iş bulmuş veya iş kurmuş, evlerini almışlar, çocukları ilkokulda, lisede okuyor. Üniversitede olanlar da vardır. Bunların tamamı hayatlarından memnun… Bir kısım aileler de, Vanlısı, Batmanlısı, Siirtlisi ve Mardinlisi, Orta Anadolu’ya ve Ege’ye, kendi evleri, aile/akraba çevreleri ve memleketlerinden kaçarak gelmişler.
Bu insanlar eğer bölücü olsalar batıya doğru gelirler miydi?
Şimdi size söylemek istediğim bir düşüncemi ifade etmek, açıklamak istiyorum.
Bu ülkede barış içinde beraber yaşayanlar: Alevi-Sünni, İsevi-Musevi, Kürt, Laz, Arnavut, Boşnak, Çerkez, Türk, Arap, Ermeni, Yahudi, Rum, Elen ve buna benzer sözlerin kullanılış biçimleri, insanları rencide edecek tarzda olmamalı? İnsanlarımızı birleştirmekten çok, ayrıştırma amacı güden bu tür sözlerden milletçe kaçınmalı ve sakınmalıyız. Ülkemizde faklı “ana dil, din, inanç, mezhep ve lehçelerin varlığını” kültürel bir zenginlik olarak kabul etmeli ve bu vatandaşlarımıza karşı çok hassas ve saygılı davranılmalıdır.
İşte bu duygu ve düşüncelerimi, kendi yaşamımdan örnekler vererek size iletmek ve aracılığınızla kamuoyunu bilgilendirmek istedim. Değerlendirilme şeklini, bütünüyle sizin takdirlerinize bırakıyorum.
Selâm ve saygılarımla.,
Enver TURGUT
             Ankara: 17 Mart 2016
TES-İŞ Sendikası Genel Başkanı
13. ve 14 Dönem Kayseri ve İzmir Milletvekili
Demokratlar Kulübü Başkan Vekili
SEN-DER, Sendikacılar Derneği Başkanı
İletişim,  GSM: 0 532 367 23 77
İletişim, e.Mail: enverturgut06@gmail.com

ENVER TURGUT; TES-İŞ KURUCUSU, GENEL BAŞKANI; ESKİ İZMİR VE KAYSERİ MİLLETVEKİLİ

ENVER TURGUT

ENVER TURGUT
Diyarbakır İli Kulp İlçesi’nin Narlıca Köyü’nde 1927 yılında doğdum, mütevazı bir çiftçi ailesinin oğluyum.
Diyarbakır da Karayolları ve Devlet Su İşleri’nde işçi olarak 10 yıl çalıştıktan sonra 1960 – 1973 yılları arasında Ankara’da TES-İŞ (Türkiye Enerji, Su ve Gaz İşçi Sendikaları Federasyonu) Genel Sekreter ve Genel Başkanı olarak görev yaptım.
Adalet Partisi’nden 1965’de İzmir ve 1969’da Kayseri Milletvekilliğine seçildim.
Gerek sendikal faaliyetlerim, gerekse parlâmento hayatımdaki çalışmalarım herkes tarafından bilinmektedir.
1973 yılından 1977 seçimlerine kadar Çankaya AP İlçe II. Başkanlığı yaptım. 1977 seçimlerinde Ankara Milletvekili AP adayı olarak listede yer aldım.
1960 yılından beri Ankara’da oturmaktayım.
TES-İŞ Sendikası’ndaki görevimin yanında 4 yıl TÜRK-İŞ Yönetim Kurulu Üyeliği;
Dört yıl AP Meclis Grup İdare Heyeti Üyeliği;

ENVER TURGUT
TBMM Çalışma Komisyonu Üyeliği ve Komisyon Başkanlığı yaptım.
1973 – 1981 yılları arasında Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müşavirliği görevinde bulundum.
Bu arada, Emek Turistik Tesisleri Yönetim Kurulu Üyeliği ve THY (Türk Hava Yolları Genel Müdürlüğü) Müşavirlik görevlerinde bulundum.
Adalet Partisi’nin 23 İl ve 58 İlçesini kapsayan “Parti Müfettişliği” görevlerini üstlendim.
Önce Adalet Partisi sonra Doğru Yol Partisi’nden iki sefer Ankara 1. Bölge Milletvekili Aday Adayı olarak hizmete talip oldum.
3821 Sayılı Kanun gereği, tarihi ve hakiki Demokrat Parti yeniden açıldıktan sonra toplam altı yıl Genel Başkan Yardımcısı ve Seçim İşleri Başkanı olarak fiilen görev yaptım.
Şu anda Demokratlar Kulübü Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Başkan Yardımcısıyım.
Bunun yanı sıra, “Sendikacılar Derneği Genel Başkanı” sıfatıyla aktif görev olarak insanlık âlemi, kutsal emek sahipleri ve işçi camiasına hizmet görevimi fiilen ifa ve icra etme çabamı sürdürmekteyim.
e.MAİL : enverturgut06@gmail.com
: enverturgut06@hotmail.com
TES-İŞ;TARİHÇE

ENVER TURGUT
TES-İŞ, 12 Aralık 1963'te enerji işkolunda faaliyet göstermek üzere Ankara'da kuruldu. İlk adı Türkiye Enerji, Su, Gaz, DSİ İşçi Sendikaları Federasyonu olan TES-İŞ'in kurucu sendikalarını, DSİ, Enerji, Baraj, Su ve Sulama İşçileri Sendikası (Samsun), DSİ, Enerji, Su İşçileri Sivas ve Havalisi Sendikası (Sivas), Ege Bölgesi Enerji, Su, Gaz ve DSİ İşçileri Sendikası (İzmir), DSİ 12. Bölge İşçileri Sendikası (Kayseri), Hirfanlı Barajı Enerji İşçileri Sendikası (Kaman), Güney Bölgesi Baraj Sulama Enerji, Su, Gaz ve DSİ İşçileri Sendikası (Adana), DSİ, Makine İkmal, Eğitim Merkezi ve Merkez Atölye Müdürlüğü İşçileri Sendikası (Ankara), DSİ, Enerji, Su ve Gaz İşçileri Sendikası (Diyarbakır), DESGİS (Doğu İlleri ve Havalisi Enerji, Su, Gaz ve DSİ İşçileri Sendikası- Erzurum), Kesikköprü Baraj, İnşaat ve Enerji İşçileri Sendikası (Kaman) oluşturdu.
Sendika temsilcilerinden oluşan kurucu heyeti Nejat Çermikli, Mustafa Ataç, Rafet Metin, Murat Özün, Selahaddin Erkap, Hüseyin Ekşi, Hasan Atasoy, Halil Tunç; Kurucu Heyetin geçici İcra Kurulu üyelerini Rafet Metin, Hüseyin Ekşi, Süheybi Külahi ile Murat Özün oluşturdu. Federasyonun ilk Genel Kurulu 25 Ocak 1964'te yapıldı. Bu toplantıda Genel Başkanlığa Selahaddin Erkap seçildi. Erkap'ın istifası üzerine yerine Nejat Çermikli vekalet etti.
İkinci Genel Kurul 26-27 Aralık 1964 tarihinde yapıldı. Bu Genel Kurulda Selahaddin Erkap yeniden Genel Başkanlığa getirildi.
12-14 Haziran 1967'de yapılan Üçüncü Genel Kurulda ise Enver Turgut Genel Başkan oldu.
Genel Kurul gündemindeki başlıca konu, işkolu yetkisinin enerji işkolundaki bir diğer işçi sendikası olan GES-İŞ'e verilmesine duyulan tepkiydi. Bundan sonra örgütlenme çalışmalarına hız verildi. Yargıtay'ın 3 Temmuz 1969 tarihli kararıyla işkolu yetkisinin GES-İŞ'ten alınarak TES-İŞ'e verilmesi kesinleşti.
Federasyonun Dördüncü Genel Kurulu 2-5 Ağustos 1969'da toplandı. Tüzük değişikliği yapılarak adı TES-İŞ Federasyonu (Türkiye Enerji, Su, Gaz, YSE ve DSİ İşçi Sendikaları Federasyonu) şeklinde değiştirildi. Genel Başkanlığa Enver Turgut yeniden seçildi.

Federasyona bağlı sendikaların sayısı 1969-1971 döneminde 32'ye çıktı.
TES-İŞ'in IFPCW'ya (Uluslararası Petrol ve Kimya İşçileri Sendikaları) yaptığı üyelik başvurusu 19 Haziran 1970'te kabul edildi. IFPCW, 1978 yılında yaptığı genel kurulda kendini feshetti ve TES-İŞ'in üyeliği de düşmüş oldu.
20-23 Eylül 1971'de Beşinci Genel Kurul toplandı. Orhan Erçelik Genel Başkanlığa seçildi. Erçelik bu görevini 1986 yılına kadar sürdürdü.
TES-İŞ, 1971-1974 döneminde aynı ildeki birden fazla sendikanın birleştirilmesini benimsedi.Yine bu dönemde GES-İŞ'le çıkan işkolu yetki mücadelesinde Çalışma Bakanlığı, işkolundaki 43 bin 479 işçiden 33 bin 163'ünü üye yapan TES-İŞ'e yetki verdi.
Federasyonun Altıncı Genel Kurulu 24-27 Nisan 1975; Yedinci Genel Kurulu 28-30 Nisan 1977; Sekizinci Genel Kurulu 5-8 Temmuz 1980'de toplandı.
12 Eylül 1980 askeri müdahalesinin ardından 1983'te 2821 Sayılı Sendikalar Kanunu ve 2822 Sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu yürürlüğe girdi. Federasyon, tüzüğünü yeni yasalara uyarlamak için 21-23 Temmuz 1983 tarihinde Olağanüstü Genel Kurul yaptı. Genel Kurulda milli tip sendikaya dönüşerek TES-İŞ (Türkiye Enerji, Su ve Gaz İşçileri Sendikası) adını aldı. Federasyona üye 35 sendika ise şube haline geldi. Yeni sendikanın yönetimini ilk genel kurula kadar federasyonun son yönetimi üstlendi. Birinci Olağan Genel Kurul 2-4 Aralık 1983'te yapıldı.
TES-İŞ'in şube sayısı 1984-1986 döneminde 41'e çıktı. Bunlardan 19'u DSİ ve TEK işyerlerini kapsıyordu.
7-9 Kasım 1986 tarihinde sendikanın İkinci Genel Kurulu yapıldı. Bu genel kurulda daha sonra adı ICEM olarak değiştirilen ICEF'e (Uluslararası Kimya, Enerji ve Genel Hizmet İşçileri Federasyonu) üye olma kararı alındı. Seçimlerde Genel Başkanlığa Faruk Barut getirildi.
Ağırlıklı olarak kamu işyerlerinde örgütlü olan ve hareketli bir işçi tabanı bulunan TES-İŞ, 1989 Bahar Eylemleri'nde aktif bir şekilde yer aldı. Bu eylemler yemek boykotu, sakal bırakma, iş yavaşlatma, servislere binmeme, toplu vizite, oturma, fazla mesaiye kalmama biçiminde şekillendi.
20-22 Ekim 1989 tarihinde yapılan Üçüncü Genel Kurulda Faruk Barut yeniden Genel Başkan seçilirken 16 Eylül 1990'da olağanüstü genel kurula gidildi. Barut bu genel kurulda da genel başkanlığını korudu.
1990-1992 döneminde şube sayısı 44'e ulaştı.
TES-İŞ, 1980 yılından sonra başlayan özelleştirme sürecinin karşısında yer aldı. Başbakanlığın kamu çıkarlarının aleyhine sonuçlar doğuracak kararlarının iptali, Enerji Bakanlığının ve bağlı birimlerinin yanlış uygulamalarının önlenmesi için 100'e yakın iptal davası açan TES-İŞ, özelleştirmelere karşı yapılan her türlü eylemde ön safta oldu. TES-İŞ, özelleştirilen bazı kurumlara ait hisse senetlerini üyeleri adına satın aldıysa da, bu girişim kurum yönetimlerinde karar sahibi olacak düzeye ulaşamadı.
18-20 Eylül 1992'de yapılan Dördüncü Genel Kurul ile onu izleyen 27 Temmuz 1995 tarihinde yapılan Beşinci Genel Kurulda yöneticiler değişmedi. TES-İŞ, 10-11 Ağustos 1996'da Olağanüstü Genel Kurula gitti. Genel Başkanlığa Mahmut Özonur getirildi.
Bu dönemde Kahramanmaraş şubesinin kurulmasıyla şube sayısı 45'e ulaşan TES-İŞ; TEK, DSİ, İller Bankası, Aktaş Elektrik AŞ, Çukurova Elektrik AŞ, İSKİ, İGDAŞ, SUSER genel müdürlükleri ile ENKA AŞ, Batman, Berke, Atatürk, Tokar Kemerköy barajları, Ankara Memba Suları, Korkuteli Sulama Birliği ile Çallıoğlu Kanalet Fabrikası'nın da aralarında olduğu birçok işyerinde örgütlüydü.
TES-İŞ'in yönetimi 1.4.1998 tarihinden itibaren kayyuma devredildi. Kayyum yönetimine son verildikten sonra 27-28 Haziran 1998'de yapılan olağanüstü genel kurulda Genel Başkanlığa yeniden Mahmut Özonur getirildi. Genel Başkan Yardımcılığına Hayrettin Erdoğan, Genel Sekreterliğe M. Murat Aytemiz, Genel Mali Sekreterliğe Mustafa Kumlu, Genel Araştırma ve Sosyal İşler Sekreterliğine Kamil Özdemir, Genel Teşkilatlandırma Sekreterliğine M. Ali Ersoy'un seçildiği genel kurulda, Genel Eğitim Sekreteri Hasan Saygılı oldu.
28-29-30 Mayıs 1999 tarihinde yapılan Altıncı Olağan Genel Kurulda Genel Başkanlığa Mustafa Kumlu seçilirken, Genel Başkan Yardımcılığına Kamil Özdemir, Genel Sekreterliğe Hayrettin Erdoğan, Genel Mali Sekreterliğe M. Murat Aytemiz, Genel Araştırma ve Mevzuat Sekreterliğine Mehmet Özyılmaz, Genel Teşkilatlandırma Sekreterliğine Esat Durmuş ve Genel Eğitim Sekreterliğine Bayram Eren getirildi. TES-İŞ Genel Başkanı Mustafa Kumlu 1-5 Aralık 1999'da yapılan TÜRK-İŞ Onsekizinci Genel Kurulunda TÜRK-İŞ Genel Mali Sekreteri oldu.
TES-İŞ Yedinci Olağan Genel Kurulu11-12-13 Nisan 2003'te yapıldı. Genel Kurulda, Genel Başkanlığa Mustafa Kumlu, Genel Başkan Yardımcılığına M. Murat Aytemiz, Genel Sekreterliğe Mustafa Şahin, Genel Mali Sekreterliğe H. Tahsin Zengin, Genel Araştırma ve Mevzuat Sekreterliğine Mehmet Özyılmaz, Genel Teşkilatlandırma Sekreterliğine Esat Durmuş ve Genel Eğitim Sekreterliğine Bayram Eren seçildi. TES-İŞ Genel Başkanı Mustafa Kumlu, 3-7 Aralık 2003 tarihinde yapılan TÜRK-İŞ Ondokuzuncu Genel Kurulunda TÜRK-İŞ Genel Sekreterliğine getirildi.
22-23-24 Aralık 2006'da yapılan TES-İŞ Sekizinci Olağan Genel Kurulunda Yönetim Kurulu şu şekilde oluştu: Genel Başkan Mustafa Kumlu, Genel Başkan Yardımcısı M. Murat Aytemiz, Genel Sekreter Mustafa Şahin, Genel Mali Sekreter H. Tahsin Zengin, Genel Araştırma ve Mevzuat Sekreteri Mehmet Özyılmaz, Genel Teşkilatlandırma Sekreteri Esat Durmuş, Genel Eğitim Sekreteri Bayram Eren.TES-İŞ Genel Başkanı Mustafa Kumlu, 6-9 Aralık 2007 tarihlerinde yapılan TÜRK-İŞ 20. Olağan Genel Kurulunda TÜRK-İŞ Genel Başkanı seçildi.
TES-İŞ Sendikası Olağanüstü Genel Kurulu 27-28 Aralık 2008’de gerçekleştirildi. Yapılan seçimler sonucunda Mustafa Kumlu yeniden Genel Başkan seçildi. Olağanüstü Genel Kurulda Ferudun Yükselir Genel Başkan Yardımcısı, Mustafa Şahin Genel Sekreter, Hasan Tahsin Zengin Genel Mali Sekreter, İsmail Bingöl Genel Araştırma ve Mevzuat Sekreteri, Esat Durmuş Genel Teşkilatlandırma Sekreteri, Bayram Eren Genel Eğitim Sekreteri seçildi.
18-19 Aralık 2010’da yapılan TES-İŞ 9. Olağan Genel Kurulunda Yönetim Kurulu şu şekilde oluştu: Genel Başkan Mustafa Kumlu, Genel Başkan Yardımcısı Hasan Tahsin Zengin, Genel Sekreter Mustafa Şahin, Genel Mali Sekreter Sedat Çokol, Genel Araştırma ve Mevzuat Sekreteri Mehmet Solak, Genel Teşkilatlandırma Sekreteri İsmail Bingöl ve Genel Eğitim Sekreteri Ferudun Yükselir.
TES-İŞ Genel Başkanı Mustafa Kumlu, 8-11 Aralık 2011 tarihlerinde yapılan TÜRK-İŞ 21. Olağan Genel Kurulunda yeniden TÜRK-İŞ Genel Başkanı seçildi. Kumlu 2 Eylül 2013 tarihinde TÜRK-İŞ Genel Başkanlığından istifa etti.
TES-İŞ, bugün onbinlerce üyesi ve 34 şubesiyle Türkiye çapında faaliyet göstermektedir. TES-İŞ; TÜRK-İŞ, IndustriALL Global Union ve Industrial European Trade Union üyesidir.


Gönderen DEMOKRATLAR KULÜBÜ DERNEĞİ zaman: 04:29